top of page

Seyyid

Abdülhakîm Arvâsî...

Sufiye-i Aliyyenin büyüklerinden, ilmi ile âmil âlimlerin, yani ilmi ile amel eden kâmiller­den olup, ömrünü dinin tervicine ve şer’i ilimlerin neşrine vermiş ve bütün malını bu yolda harcamıştır. İslâm kalesini zamanındaki “küfür ve bid'at” dalgalarından korumaya çalışmıştır.

Tarîkat-i Aliyye-i Nakşıbendiyye Müceddidiyye ve Halidiyye meşayıhından olup, seyyidim senedim dediği Şeyhi Seyyid Fehim Arvasi Hazretleri tarafından Nakşibendi, Kadiri, Sühreverdi, Çeşti ve Kübrevi tarikatlarında “irşâd” için icazetli idi. Hattâ üveysilik yolunda da halifeliği var idi.

İsmi Abdülhakîm idi, Hakîm olan Allahın kulu demektir. Gerçekten Allahü Teâlâ, onu ismi ile müsemmâ eyledi ve ona hikmetler verdi. Kur'an-ı Kerimde “Kendisine hikmet verilene çok hayır, iyilik verilmiştir” buyuruldu. Ve onun her hareketi ve işi hakimane idi. Asrımızın en kuv­vetli alimlerinden idi. Mezhebi Şafii olup, Hanefi mezhebine de riâyet ederdi.

 

NESEBİ

 

Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in “Ehl-i Beyt”ine mensup “Sâdât-ı Hüseyniye” den, yani Hazreti Hüseyin Radıyallahü Anh’ın soyundandır. Kerîm olan babası Seyyid Mustafa, onun babası Seyyid Muhyiddin, onun babası Seyyid Muhammed, onun babası Seyyid Abdurrahman, onun babası Seyyid Abdullah... böylece tâ Musa Kâzım, Câfer-i Sâdık, Muhammed Bâkır ve İmam-ı Zeyn­el Abidin ve Hazreti Hüseyin Radıyallahü Anh’a ulaşır. Babası Halife Mustafa diye tanınır. Büyük Mürşid Seyyid Tâhâ-i Hakkâri Hazretleri’nin oğlu Seyyid Übeydullah’ın halifesi idi. Dinin emir ve ya­saklarına riayet etmek lâzım geldiğini hep söylerdi. Bir insanın yüzüne baktığında hangi namazı kılmadığını anlardı. Alimleri severdi. Bunun için Hindistan taraflarında yetişmiş, şöhreti İslâm alemince bilinen Abdülhakîm Siyalkutî Hazretleri’nin ismini, büyük oğluna isim olarak verdi.

Babası ve dedeleri hep ulemâ ve sulehâdan idiler. Yani hep âlim ve salih insanlardan idi. Dedesinin dedesi Seyyid Abdurrahman “Âlim-i Arvasi” diye tanınmıştır. Kâdiri ve Çeştî yollarında mürşid olup, asrının müşkillerini hallederdi ve şöhreti Anadoluya ve Asya’ya yayılmıştı. Dedelerinden Seyyid Cemalettin, “Âlim-i Rabbâni” ismi ile meşhur ve “Âlim-i Dini” namıyla mâruf (tanınmış) olup, her ilimde derin bilgi sahibi idi. Yetişmesinde Hızır Aleyhisselâm da yardımcı olmuştur. Bunun dedesi Seyyid Muhammed, “Kutup” namıyla tanınmaktadır. Van Vilayetinin Müküs (Bahçesaray) kazası civarına gelip, Arvas köyünü kurarak, oraya ilk yerleşendir. Köye ilk önce mescid ve kütüphane yaptırmıştır. Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Mahmud Han, Seyyid Muhammed Kutup Hazretleri’nin kabrine bir türbe yapılması için malzeme ve usta göndermiş, ertesi gün ustalar ve köy halkı kabrin üstünde, nereden geldiği belli olmayan büyük bir kaya görmüşler ve türbe istemediklerine hükmederek yapmadan gitmişlerdir. Kaya hâlâ kabrin üstünde durmakta ve kayanın üstünde biriken yağmur suyu, kulak ağrısına iyi gelmektedir. Dedelerinden Kâsım-ı Bağdâdi (II.) “Âlim-i Bağdâdi” diye bilinir ve Mısır’da Cami-i Ezher de ders okutmuştur. Bunun babası “Âlim-i Din” olarak meşhur Seyyid Cemaleddin olup, Abdülkâdir-i Geylani Hazretleri’nin dayısı idi. Onun ceddi Seyyid Kâsım “Âlem-ül Ulema” ve “Kutb-ül Bağdâdi” olarak tanınır. Bundan anlaşılıyor ki Seyyid Abdülhakîm Efendi Ehl-i Beyt' den olup, ilim ve irfan yuvalarında ilim ve irfan ile beslenen din büyüklerinin evlâdıdır.

 

DOĞUMU VE TAHSİLİ:

 

Hicri 1281 (m. 1864) senesinde Van vilayetinin Başkale kazasında doğdu. Babası, terbiyesine ihtimam edip, ilk bilgileri öğretti. Mekteb-i İbtidaiyye ve Rüşdiyye'yi bitirip, o civardaki alimlerden biraz okuduktan sonra, babasının irşadı ile Arvas köyünde bulunan büyük Mürşid ve Âlim Seyyid Fehim-i Arvasi Hazretleri'nin talebesi olmakla şereflendi. İlim ve marifetten bulduklarını burada buldu ve maksadına kavuştu. Burada gece gündüz devamlı çalıştı. On sene cuma geceleri hariç, yatakta yatmadı ve hicri 1300 senesin­de üstadından sarf, nahiv, mantık, münazara, vadi, beyan, mebni, bedi, kelâm, usûl, usûl-i fıkıh, tefsir, tasavvuf, Hanefi ve Şafiî mezheblerine göre fetva, tabiat, fizik, astronomi, matematik gibi bütün ilimlerde icazet (diploma) aldı. İcazeti muannen olarak Resul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem’e ulaşır. İcazetnamesinde adı geçen, çok büyük ve tanınmış alimler vardır. Âlim, Fâdıl Ubeydullah-ı Eşnevi, tasnifler sahibi İmam Necmeddin Abdülgaffar Kazvini, Kadıl-kudât Üsvet-ül Muhaddisin, Şeyh-ül İslâm Muhammed bin Muhammed Cezrî, Şeyh Muhyiddin Nevevi, Allâme Seyyid Şerif Cürcanî, İmam Fahreddin Râzî, Hüccet-ül İslâm Muhammed Gazali, Şeyh Tâlib-i Mekkî, Seyyidüt-taife Cüneyd-i Bağdâdi, Ma'rûf-i Kerhi, Hasan-ı Basrî ve ilim şehrinin kapısı Ali bin Ebu Tâlib Radıyallahü Anh bunlardandır. Seyyid Abdülhâkim Arvasi Efendi Hazretleri Arvas’ta geçen günleri için buyuruyorlar ki: "On sene Cuma geceleri hariç yorgan altına girmedim. Vücudun ihtiyacı olan uykuyu zaman zaman rahle üzerine, kitaba kapanıp uyukluyarak telâfi ettim."

 

TASAVVUFTA KEMÂLE GELİŞİ:

 

"Seyyidim Senedim" dediği Seyyid Fehim Arvasi Hazretleri'nin huzuru ile şereflenince, tasavvufa girmesine izn-i ilâhi var mı, diye, istihare ile emir edildi. Seyyid Abdülhakîm Efendi o gece rüyada Seyyid Fehim Arvasi Hazretleri'ni, üstadı Seyyid Tâhâ-i Hakkâri ile birlikte gördü. Seyyid Tâhâ-i Hakkâri Hazretleri Seyyid Fehim Arvasi Hazretleri'ne: "Abdülhakîm’i kendi ellerinle cevâzimât-ı hamse (kalp, ruh, sır hafi, ahfa) çeşmelerinde yıka ve ona, imam olmasını ve bize namaz kıldırmasını söyle," buyurdu. Rüyasını üstadı Seyyid Fehim Arvasi Hazretleri’ne arz edince, üstadı çok sevindi ve onu tarikata alıp zikir telkin etti ve diğer vazifeleri talim ettirdi. Yüz gün "Seyr-i Sülûk"da kalarak riyâzet çekdi. Dediler ki, Seyyid Fehim Arvasi Hazretleri rüyasında Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem’i görmüş ve kendisine "Oğlum Abdülhakîm'in terbiyesinde kusur etme" buyurmuştur. Bunun için terbiyesinde hiç bir şeyi terk etmeyip çok ihtimam gösterdi. Kemâle gelinceye kadar, maddi ve manevi, eli ve teveccühü hep üzerinde oldu. Rabıta ile emr olunduğu ilk günkü rabıtasında, Gavs-ül Sakaleyn Seyyid Abdülkâdir Geylani Hazretleri'ni gördü, onunla konuştu ve sorduğu suallerin hepsinin cevabını aldı.

 

İlimde, hicri 1300, milâdi 1883 senesinde icazet aldıktan sonra aralıksız beş sene sırf tasavvufa çalıştı. Bu arada yüz gün ağır riyâzetler çekti. Nakşibendî yolunun "Seyr-i İllallah, Seyr-i Fillah ve Seyri Anillahibillah" gibi bütün seyirlerini tamamladı, Fenafillah ve Bekabillah mertebelerine kavuştu. "Velâyet-i Muhammedi ve Ahmedî" mertebeleri ile şereflendi. Velâyet-î Ahmedî ile şereflendiğinin bir işaret ve tebşiri olarak, üç oğluna da Ahmed ismini verdi. Ahmed Enver Medeni, Ahmed Neyyir-i Mekkî ve Ahmed Münir. Ve "Kırk oğlum olsaydı hepsinin ismini Ahmed koyardım", buyurdu. Hicri 1305 milâdi 1887 senesinde şeyhinden yukarıda işaret edilen beş tarikatta mutlak "Hilâfetname" ile şereflendi. İrşâd, tâlim ve tedris için Başkale'ye gönderildi.
Şeyhini cidden çok sever ve sayardı. Her münasebet ve fırsatta ziyaret eder ona hizmet ve onun sohbeti ile şereflenir, üstadına itikadı tam olmayanın yemeğini yemezdi. Üstadı da aynı şekilde kendisini çok severdi. Terbiye için, yanında iken "Abdülhakîm" diye hitap eder, ama gıyabında ondan "Cenab-ı Seyyid Abdülhakîm Efendi" diye bahsederdi.

 

MENFA'LAR VE VEFATI

 

Ocak 1931'de tarihe Menemen Vak'ası olarak geçen olayla ilgisi olduğu gerekçesi ile Menemen'e götürüldüler. Manisa’nın Akhisar ilçesindeki talebelerinden Hafız Hasan Efendi, Ahmed Raşid Efendi ve Mustafa Kaptan Efendi daha önce götürülmüşlerdi. Yapılan muhakemeden sonra hepsi beraat edip döndüler. İlim, irşad, vaaz ve nasihat ile meşgul oldular. Sohbetinin çoğu İmam-ı Rabbâni Hazretleri'nin Mektûbât'ı üzerine olurdu.

Cumhuriyet kurulduktan sonra da, İstanbul'un çeşitli camilerinde ders ve vaaz vermeye devam ettiler. 1943 senesinde Kırşehir milletvekili olan –daha önce Eyüp'de şeyh imiş– bir kişinin ihbarı üzerine İzmir'e nefy edildiler. Burada az bir müddet kaldıktan sonra Ankara’ya nakledildiler. 17 gün sonra kardeşinin oğlu Seyyid Ahmed Faruk Bey'in evinde hicri 29 Zilka'de 1362, milâdi 27 Kasım 1943 Cumartesi günü vefat ettiler. Ankara'nın kuzeyinde Bağlûm köyüne defin edildi. Oraya defninden sonra, tabii âfetlerden müşteki olan halk rahat etti.

Seyyid Ahmed Faruk Efendi'nin evi Hacı Bayram Camii civarında olup, meydanın açılması için istimlâk edildiğinden, meydanın kıble istikametinin Ankara kalesi tarafında kalmıştır. O zaman Ankara'da yalnız asri mezarlık vardı ve her dine mensub olanlar aynı mezarlığa defnediliyordu. Vefatı müteakip kapı çalınıyor ve kapıyı açtıklarında kapıda kimsenin tanımadığı ihtiyar bir zat beliriyor ve "Başınız sağ olsun, Ankara'nın kuzeyinde Bağlum köyü var, cenazenizi oraya defnedin," diyerek kayboluyor. Bunun üzerine cenazeyi, Keçiören'de oturan damadı Seyyid İbrahim Efendi'nin evine nakledip, gasl, tekvin, techizi müteakip, Bağlum köyüne götürüp defnediyorlar.

bottom of page