top of page

İcâzetler ve Çeşitleri

 

Sevanih-ul Efkâr ve Sevamih-ul Enzâr
SİLSİLE-İ NESEB - 4. Paragraf 

Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin tasavvuf icâzetlerini anlattığı ve verdiği icazet ve izinleri bildirdiği yazıdır.

Sevanih-ul Efkâr ve Sevamih-ul Enzâr
SİLSİLE-İ NESEB - 4. Paragraf 

 

HİLAFET ÜÇ KISIMDIR.

 

Birincisi yani EN MÜHİMİ HİLAFET-İ MUTLAKADIR ki; mürşidi kâmil-i mükemmili makamı müşahedeye vasıl olan (ulaşan) zevat-ı aliyye istihlaf eder (yerine halife bırakır). Tarikat umurunu onun kifayet-i ilmiye ve ameliyesine (ilmi ve ameli yeterliliğine) tevdi eder (emanet bırakır). “Muhakkak ki Allah Celle Calalühu emanetleri ehline vermenizi emreder.” Ayeti kerimesini hükmünü ifa eder (yerine getirir).

 

İKİNCİSİ HİLAFET-İ MUKAYYEDEDİR (SINIRLI HİLAFET). İlmen ve amelen ve ittikaen (takvasiyle) ve veraan (şüpheli şeylerden sakınmasıyla) kafi ve şeraitin ifasına muktedir (kendisine söylenilen şeyleri yerine getirmeye kadir) bir zatı, münasip gördüğü vezaifi (vazifeleri) tahdiden (sınırlı olarak) hilafet-i mukayyede ile tahlif eder (halife tayin eder). Lazım-ul arz olan ahvali arz eder aldığı cevapla amel eder (karşılaştığı durumları mürşidine bildirir ve aldığı cevaba göre hareket eder). Böyle bir zatın hilafeti pir-i kamil ve mükemmilin hayatta olmasıyla meşruttur. Vefat ederse hali hayatında şart koştuğu evamire(emirlere) tatbik-i hareket labut ve lazımdır.

 

ÜÇÜNCÜSÜ SEFARET-İ MAHZA DIR (SADECE ELÇİDİR). Bu zamanda mecazen hilafet ıtlak olunur (kabul edilir). Sefaret-i mahzayı haiz bulunan zat tarikat umurunun kaffesinde emre imtisal eder (kendisine verilen emre uyar). Reyine hiçbir şey tefviz edilmez (hiçbir şekilde kendi görüşüne göre hareket etmesine izin verilmez).

 

Bu her üç kısmın bir misal ile teşrihi sadat-ı sofiyyenin adatındandır. 

 

Bir cevher-i nefisin (kıymetli mücevher) sahibi bir tellala cevherini sarf (satması) için tevdi (emanet) eder. Bu cevheri fülan belde ve fülan çarşıda ve fülan günde şu sıfatlarla mevsuf kimselere şu kıymet ve şeraitle malı sarfa memur ve mezunsun der. Bu muamele tellalın eline hiçbir şey bırakmaz. Zira bu tellalın zeka ve dirayetine itimadı yoktur. Yalnız emrin tenfizine (yerine getirilmesine) vekildir ki bu “sefir-i mahz”dır. Cevher-i nefis sahibi tellalı tellallık umurunda tam mahir ve emin bulmazsa her ihtimale karşı maharetinden emin olduğu umuru re’yine tevdi eder (kabiliyetinden emin olduğu işleri onun görüşüne bırakır) ve maharetine tam olmadığı şeylerde bir takım şerait ile hilafetini takyit eder (bazı şartlarla sınırlandırır). Mesela; fülan çarşıda fülan beldede sarf edersin. Semen ve kıymetinin takdiri ve müşterinin tayini senin maharetine mevdudur (kime kaça satacağı sana kalmıştır). İtimadım hasabiyle seni tevkil ederim. Bu vekalete “vekalet-i mukayyede” derler. Üçüncüsü yani en alisi artık her şeyi tellalın malımat ve ehliyetine ve emanet ve kifayetine emin olurda cevherin sureti-i sarfını bitemamiha (tamamen) tellala tefviz eder. Hatta nerede ve ne zaman ve ne suretle sarf ederse cevherin ehemmiyetine nakisa gelmemek üzre münasip gördüğü takdirde tevdi eder ki “vekalet-i mutlaka”dır.

 

HİLAFET-İ MUTLAKA VE MUKAYYEDENİN ULVİYET İTİBARLARI HASEBİYLE ŞERAİTİNİ BEYAN ETMEK MA NAHNU FİHE (KONUMUZA) DAHİL OLMADIĞINDAN SARFI NAZAR EDİLDİ. Yalnız sefaret-i mahza ki hilafetin ibtidai kısmıdır, şurut-u müteaddide (birkaç şart) ile meşruttur. Bu şarlar şurut-u musahahadır (gerekli şartlardır).

 

Birincisi, salik halifeliğe mezun olduğu şehir ve kasaba ve mahallesini dince eşraf-ı nesebe mensub olmasıdır (EN ŞEREFLİ SOYDAN GELMESİDİR). MESALA KABİL VE MÜMKÜN OLDUĞU DERECE EHLİ BEYT-İ NEBEVİ ve o olmazsa hülafa-i erbaa (dört halifeden birinin soyundan) veyahut sahabe-i kiram ve ulema-i izam veyahut ekabir-i ehlullahtan birine ve yahut muhlis saliklerden bir zatın evladından olması meşruttur. Zira sefaret dahi bir nev isr-i pergamberi (peygamberin izlerinden biri) sallallahu aleyhi vesellemdir. Peygamberan-ı izam aleyhimussalatu vesselamın kaffesi eşraf-ı ensab memleketten idi. Bu da Din-i İslam’da kâfi bir malumat sahibine pek bariz ve zahirdir. Görülüyor ki ekser-i ekabir-i sofiye enbiyayı izamın irsine iktizaen böyle yapmışlardır. 

 

İkincisi, bulunduğu memleketin ihtiyacat-ı diniyyesinin halline kafi bir miktar ilim ile alim olmasıdır. Zira hilafetle beraber riyaset-i diniyyede dahi bulunacaktır. Umur ve hususat-ı diniyyesinin mesaili müşkilesini diğerinden istifda (fetva) ve istifsara (açıklama) muhtaç olan kimse müridan ve salikane lazım olan mesaili de bilmez. Binaen aleyh riyaset-i diniyyesinin mehabet ve ulviyetine vehin tari ve arız olur. (Dinin heybet ve yüceliğine kötü görünmesine sebep olur.) embiyayı ızamın ilmen ve ahlaken ekmel-i muasırı (zamanının en mükemmeli) olmak şart olduğu gibi bu sefirinde bulunduğu memleketin ekmel-i muasırı olması lazımdır.

 

ÜÇÜNCÜSÜ, BU SEFİRİN KABLEL İZİN VEL HİLAFE BULUNDUĞU MEMLEKETTE BİR GÜHAH-I KEBİR İLE MÜTTEHİM (SUÇLANMIŞ) OLMAMASI BU TÖHMETİN ŞUYÛ (YAYGIN) HALİNDE BULUNMAMASIDIR. ZİRA BU ŞUYÛ TENFİR-İ KULÛBE (KALPLERİN NEFRETİNE) SEBEP OLUR. Halbuki mansab-ı irşad celbi kulubu müstelzimdir. Embiyayı izamda kalben nübüvve ve baden nübüvve sehven ve amden sağire ve kebire mürtekibi olmamak şart olduğu gibi zavahiri şeria de onlara isnad olunan ve masiyet şeklinde görülen fiiller kendilerinde hilaf-ı evla kabilindendir. Bu da muktezayı beşeriyyetdir. 

 

Dördüncüsü, sefir vücudunda ve azasında ağraz ve asarı göze çarpan bir maraz ve illet ile malul olmamalıdır. Cüzzam, baras (cilt hastalığı), bahk ve bunlara mümasil müstekrih ve fena koku neşreden nezafeti muhal hastalıklar gibi, Zira bunlar sebebi nefreti kulub olurlar. HALBU Kİ HULEFA VE MEŞAYIH CELBİ KULUBA MEMURDURLAR. Evsaf ve şeraiti nübüvvetten biride budur. Zira embiyayı izamın kaffesi selimül vücud ve ahsenil vücuh (yüzü en güzel) ve ahseni isma ve ahseni aza ile mütehalli idiler. Musa Aleyhisselam’ın ukdei lisaniyyesi (dilindeki tutukluk) nübüvvetle beraber zail oldu. Eyyüb Aleyhissalamın maraz ve illeti bade istikrrı nübüvve idi. Yakub Aleyhisselamın aması gözlerinden mütemadiyen akan yaşlarından arız olan bir perde idi. Yoksa ama değidi. “vebyeddat aynahu” ayeti kerimesi bunun delilidir. Ama hakiki olduğu farz edilse bile istikrarı nübüvvetten sonra vaki olmuştur. Şart olan sıhhat zamanı subutu nübüvvettir (peybamberliğin geldiği zamandır). Mamafih sonra her ikisi de şifayab oldular. Vazifei nübüvveti o yolda ifa buyurdular.

 

Beşincisi, sefirin mensub olduğu tarikatta mütevssıtıl istidat olması la ekal atmış sene o tarikatte bir mürşidi kamil ve mükemmil ve makamı müşahedeye said ve müterakki bir zatın zir-ü terbiyesinde kemali teşri ile mütemadiyen amali batınıyyeyi tarika sayu gayretle hizmet etmesidir. Eğer batyül istidad ise atmış senede kafi gelmez. Seriul istidad olanların istidatlarına nisbetle tahdidi şart kılınmıştır. (Bu atmış sene istidat ve kabiliyeti iyi olanlar için sınır konmuştur) bununla beraber kamilül akl olmak yani aklı selim ve tab-ı müstakime de sahib olmak gerekti. Üç rüknü mühim ve metine de riayette bulunmak ki biri sünneti seniyye-i risalet sallallahü alyhiveselleme kemali riayetle beraber bidatlerden içtinab diğeri mensub olduğu kamil-i mükemmile rabıta-i muhabbet üçüncüsü ehli sünnet vel cemaatin itikatından serimu (iğne ucu) inhiraf etmemektir ki ehemmiyyetle mültezemdir. Bu üç rükne riayet etmeyen salik bilhakika hiçbirşeye nail olamaz. Eğer zevk ve şevki var ise istidrac kabilinden olduğu müttefikan tasrih buyrulmuştur. Böyle olan salik tedricen terakki eder. Vema fevk olan hilafet-i mukayyedeye istihkak kesb eder. Ve mürşidi mukteda badel istişare ve istihare istikametini gördükten sonra işareti maneviyyenin husulüyle terakki eder. Buna binaendir ki ekabir-i sofiye nakısı mezun edip kemalini umurunu dühura (zamana) havale buyurmuşlardır. 

 

Altıncısı, kaffei turuk-u aliyyede irşadın şartı olan fenafillah ve bakabillahın mukaddematı olan vücud badel adem ve adembadel vücut tabiriyle maruf olan ahvale terakkisidir. Zira bu hale vasıl olmayınca rücu kabildir. “Maracea menracea illa minettarik” buna işarettir. Bundan sonra salikin kısmı küllisi terakki eder, tenezzül etmez. İlla nadiren Hafazanallah-ü Teala. Bu halin husulüne vakıf olan salik müsteid ve mürşidi kamildir. 

 

Yedincisi, sefire lüzum ve ihtiyaç hasıl olmasıdır. Bir belde veya memlekette bir mürşide lüzum vardır. Müftüler ve kadiler ve alimler ve tabipler ve ashabı harf dahi böyledir. Lazım olmadığı takdirde şeraiti mesrudeyi (serd edilen, açıklanan şartları) cami’ bulunmuş olsa da icaze vermez. Zira ziyadelik naksdır. Bu mesele ariz ve amikdır (geniş ve derin). İKİ VEYA ÜÇ MEZUNUN BİR MEMLEKETTE BULUNMASI RİYASETİ DÜNYEVİYE GİBİ MUCUBİ MÜNAKAŞA OLACAĞI MELFUZ OLDUĞUNDAN MEN BUYRULMUŞTUR. Münakaşa nuru batınıyyeyi itfa eder (söndürür). TAİFEİ SOFİYYE ASLA MÜNAKAŞA ETMEZLER.

 

ŞERAİTİ MESRUDEYİ CAMİ BULDUĞUM (SEFİRİ MAHZ İÇİN SAYDIĞIM ŞARTLARI TAŞIDIĞINA İNANDIĞIM) SAADAT-I SAHİHHATUN NESBDEN ALİM VE SALİH ŞEYH MUHAMMED SIDDIK EFENDİYİ VAN VE HAVALİSİNE NUR-U TARİKATİ İKAT ZIMNINDA GÖNDERMİŞ VE BU SURETLE İCAZE VE İZİN VERMİŞDİM. Senelerce ihyayı erkanı tarikat ve sohbetinde yüzlerce insanlar tarikate intisab ile ahvali batınıyyede terakki ederlerdi. Bu hususda daha bir çok muvaffakiyetlere mazhar olacağı me’mul iken (umulurken) harbi umumide Ermeniler tarafından şehid edildi Rahmetullahi aleyh. 

 

Yalnız hatmi haceganı okuyup müridanı ezkar ve adaba tergıyb ve teşvik zımnında izin vermişim. HİLAFET VE SEFARET NAMIYLA DEĞİL. Van’da Fehim ve Necmeddin ve Abdülmecid ve Masum ve Hakkari’de biraderim Ziyaüddin ve Nüküs’de Hüseyin ve Hasan ve Gevar’da Kasım ve İran’ın Sünnilerinden Muhammed ve Çal’da Haydar Efendilere Hatmi Hacegan halkasını başında oturarak hatme içün izin verilmişdir. Oralarda talip ve ragıyb bulunursa isimlerini yazarlar ahvalini bildirirler, her nerede bulunursam adabı tarikati tazar gönderirdim. Mucubince amel ettikleri takdirde müteneffi’ olurlar ve oluyorlar. Maruzatı sabıka ekabiri ehlullahın iltizam buyurdukları bir meslektir. Biz ise irsine iktibaa memuruz. Kendi rey ve tensibimize ve zamaneye tabi olmaya mezun değiliz. “Küllü bidatin dalale” buna işarettir.

bottom of page